top of page

Günahkar Güneş

  • Yazarın fotoğrafı: Dicle Koyun
    Dicle Koyun
  • 4 Nis 2021
  • 4 dakikada okunur



Kulaklarıma dolan ofisin boğuk sesi, beni etrafımda akan soluk hayattan soyutlarken, sessiz moddan ne zaman çıkardığımı hatırlayamadığım telefondan yükselen uçuk ses sarsıcı gerçekliğe dönmemi sağladı. Alelacele susturmaya çalışırken, etrafıma attığım kaçamak bakışlar, ayıplayan surat ifadelerini bir günah gibi omuzlarıma bıraktı. Ağırlığıyla daha da küçüldüğüm bu yükle beraber, bilgisayarın kararmış ekranındaki yansımamla göz göze geldim. Ne yaptığımı dahi hatırlayamadığım bir anın içinde yitip gitmiş gibiydim. Hatıralar ağırlığını kaybetmiş, kuşun kanadındaki tüy olmuştu veyahut havada uçuşan toz zerrecikleri. Neme lazım birkaç dosya, içlerinde de şirket için pek önemli yığınla kâğıt tam önümde beni bekliyordu. İçimi sisli bir bulut kapladı, sanki normalde başka bir duyguya yer vermemize izin varmış gibi…


Mesainin bitmesine daha bir saat vardı. Kimseye fark ettirmeden, odanın dört bir yanına düzenli bir biçimde yerleştirilmiş olan insanlara baktım. Eş zamanlı parmakları klavye üzerinde bıkmadan kayıp gidiyor; beyaz dışında başka bir renk bulunmayan ortama karışıp yok oluyordu. Hepsinin üzerinde aynı kıyafet, aynı renkte takımlar... Adaptasyon bu insanların kodlarında vardı. Yadırgamazlardı onlar; ruhları, duygularıyla birlikte çekilmiş, bir okyanusun dibindeki cevizden sandığın içine kapatılmıştı. Ah! Hayır! Bunu bir daha asla yapmamalıydım. Aptal kafam. Az kalsın biriyle göz göze geliyordum. Ya buluşsaydı gözlerimiz? O zaman büyük bir felaket olurdu. Bir daha asla… İçimi büyük bir karanlık kapladı, sanki normalde başka bir duyguya yer vermemize izin varmış gibi… Acıyla çalan duvar zili, çevredekileri derin uykudan uyandırıp, her gün olduğu gibi senkronize bir şekilde toparlanmalarını sağlarken, uyum sağlamaya çalıştım. Hızla çantaya tıkıştırdığım evraklar, sırtıma geçirdiğim ceketle birlikte; çalışma salonundan büyük hole, oradan da dış dünyaya açılan şirket kapısına gitmek üzere ana merdivenlere yöneldim. Hava iyice soğumaya başlamış; kış, şehrin sokaklarında dolaşmaya başlamıştı. Huzursuzdum. Bu karanlık dünyanın üzeri, karla örtülecekti belki de. Herkes çekilecekti köşesine. Bir yanda kara bir delik gibi etrafta bulunan insanları yutan şehir, diğer yanda yüzeye çıkmak için çırpınan son gün ışığının üstüne kalın bir örtü örtmeye hazır bekleyen kar taneleri, bir başlarına kalacaktı meydanlarda. Korkusuzca sürdürdükleri savaşı bitirmek üzere son kozlarını paylaşacaklardı. Her gün yaptığım gibi eve gitmek üzere metro yolunda yürümeye başladım. Köşedeki caddede başlayan yol çalışmasının gürültüsü, korna sesleriyle yarışıyordu. İçime sıkıntı tohumları ekildi, sanki normalde başka bir duyguya yer vermemize izin varmış gibi…




Farklı bir yoldan gitsem iyi olacaktı. Ne kadar yolumu uzatacak olsa da büyük parkın içinden geçip metroya varmak en iyi seçenekti. Parkın kapılarından girdiğimde, iki yanımda, eşit uzaklıkta bulunan büyük beton binalar selamladı beni. Ne zamandır görüşmemiştik. Hoş, pek memnun değillerdi beni gördüklerine. Sonunu göremediğim gri yolda yürürken, kafamdaki düşünceleri susturmaya çalışıyordum. Neden tükenmişti kahkahalar, renkler? Neden izin vermiyorlardı hayallere? Neden yaşamıyorduk hayatı? Düşüncelerim etraftakilerin dikkatini çekmiş olacaktı ki birkaç kafa bana doğru dönmeye başlamıştı bile. İç sesimi susturmaya çalışırken, insanların iyice bana odaklandıklarını fark ettim. Eyvah! Ya yine oraya tıkarlarsa beni? Ya bir daha geri dönemezsem? Birkaç saniye olduğum yerde donup kaldım, hızlı düşünmem lazımdı. O an banklarda oturan, olağandışı uzun bir boyna sahip kızın, pür dikkat bana baktığını fark ettim. Bedenim titriyordu. Düşlerim ellerinde, parkın gri koridorlarına doğru esen rüzgârla savruluyordu. Kızın “Hudara Bekçisi”[1] olduğunu fark ettiğimde, beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Beni soktukları çukurda yüzyıllarca çektiğim büyük ızdıraplardan sonra, kaçmayı başarmıştım ama demek ki beni bulmaları pek de uzun sürmemişti. Avuçlarının arasındaki düşlerimden kurtulmak için uzun boyunlu kıza bir adım atacakken, sırtımda gittikçe yayılan bir sıcaklık hissettim. Dayanılmaz raddeye geliyordu. Kızın bakışları adeta içime işlerken, bir cesaretle arkama döndüm. Yaptığım ani hareketle, herkesin dikkati benim üzerimde toplanmıştı. Yanlış, çok yanlıştı… Tekrar karanlığa gömeceklerdi beni aykırı olduğumu anlayıp ve bu sefer kurtulamayacaktım. Zincire vurulacak olanları düşündüm; kendimi, iç dünyamı, yaptıklarım ve yapacaklarımı, içimdeki küçüğü ve de gençliği… Karşılaştığım manzara beni şok etmişti. Tek görebildiğim güneş gibi parlayan ziyadesiyle sıcak bir delikti. Tüm şehir susmuştu, kış susmuştu. Bana bakan gözler aralarındaki sohbeti kesmiş, kendi tanrılarının haram kıldıklarına bakar gibi bakıyorlardı. Uzaktan ve sakınarak... Sarı ışık yumağına doğru eğildim. O kadar parlaktı ki, gözlerine mil çekilmiş bir meczup dahi görebilir, hissedebilirdi. İçinden kısık da olsa melodik insan sesleri yükseliyor, bir köşede oturmuş beni sınayan şehri de içine çekiyordu. Kahkaha mıydı bu? Nesli yıllar önce tükenmemiş miydi yahu? Çok derinlerden gelen hayır cevabıyla tüylerim diken diken olmuştu. Sesin sahibinin uzun boyunlu kız olduğundan emindim. Işık gittikçe büyürken, kürenin içindekiler de gün yüzüne çıkıyordu. Büyük park mıydı burası yoksa? İkinci bir şok dalgası tenimde gezerken, kürenin içindeki âlemde hallerinden oldukça memnun insanların, eğlenirken çıkardığı sesler şehirde yankılandı. Gördüklerim, yüreğimin en kullanmama izin verilmeyen odacıklarına işleniyordu. Hiç korkmuyorlar mıydı yakalanmaktan bu insanlar? Karanlığa gömülmekten… Neşeleri, taşa dönmüş kalbime akarken, istedikleri gibi hareket etmeleri içimi gıdıklıyordu. Orada olmak vardı, heyecanı damarlarımda hissetmek vardı. Hayallerimi yaşarken yakalanmamak, aşağılanmaktan korkmamak, zincire vurulmamak vardı! Hata yapmak vardıysa da doğru yolu bulmak da vardı! Kim bunlar diye sordum. Cevabını alacağımdan oldukça emindim. Günahkâr bir insan topluluğu, diye cevap verdi boğuk ses. Yanlarına gitmek için yanıp tutuşan tarafıma yenik düşerek elimi kaldırdığımda, “Hayır!” diye kükredi uzun boyunlu kız; “Gittiğin anda, sonuçları çok ağır olur sen de biliyorsun.” Umurumda değildi, hasret kaldığım her renk gülümsüyordu bana. Çektiğim acılardan sonra orayı hak ediyordum. Büyüyen sıcaklığa kapılan bedenim; önüne şehri, hatta kara kışı da katıp beni çekmeye çalışan uzun boyunlu kıza aldırmadı. İçeriye çekiliyordum. İçime sıcak bir güneş doğdu, hiçbir zaman izin verilmeyen bir duyguyu ilk defa tadarken…


[1] Hudara: Karanlık gece, siyah bulut.

2 Comments


ÇİLEM MÜJDE ERGÜL
ÇİLEM MÜJDE ERGÜL
Apr 10, 2021

Tebrik ediyorum🙏 Aslında hemen hemen hepimizin yaşadığı gercekler. Zevkle ,keyifle ve duygu karmaşasıyla okudum.Başarılar..

Like

Serkan Arslan
Serkan Arslan
Apr 10, 2021

Gerçekliğini kaybetmek yada pesimist düşler ile savaşmak deniyor buna. İçinde olduğu yere ait olmamanın ağır yükü... Dikkat çeken yonu ise yorucu olmayan benzetme üslubu tebrikler...

Like
bottom of page