Âraf
- Gamzenur Çeliktaş
- 21 Tem 2022
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 15 Eyl 2022
“In te, Domine speravi (sensin Tanrım, umudum) (Dante, Âraf) Lia! Lia! Dünyadakiler kör. Hepsi amansız bir hastalığa yakalanmış durumda, kibir hastalığı. Nereden geldiklerini unutmuş durumda. Sahip olduklarını kötü emellere alet etmekte hepsi. Sürekli birbirlerini kırmakta, yıkmakta ve üzmekteler. Masumların kanını dökmekteler. Daha da kötüsü, bunlardan bir an olsun geri durmuyorlar. Fırsatını buldukları her an dünyaya bir balta saplıyorlar. Bilmiyorlar ki o balta bir gün onların başına saplanacak. Hesaba çekilecekler. Yaptıkları en ufak davranışın hesabı sorulacak. Teker teker. Gel, Lia. Âraf’da bütün bunların çözümü olmasa da farkındalık sahibi olmak var. Geç olmadan uyan, Lia…” Zihnimde bu cümlelerle birlikte gözlerimi açtığımda bir ormandaydım. Geceydi.
Ay gökyüzünde bütün ihtişamıyla parıldıyordu ve sarı renkteydi. Uzaklardan uluma sesleri geliyordu. Korkuyla doğruldum. Etrafıma baktım ancak ayın aydınlattığı yer dışında hiçbir şey göremiyordum. Üzerimde uzun, bembeyaz bir elbise vardı. Ayaklarım çıplaktı. Kumral saçlarım omuzlarımdan belime doğru dökülüyordu. Ellerime baktım ve kaşlarımı çatarak parmaklarımdaki gri lekeleri inceledim. Tam o sırada uzaklardan bir fısıltı duydum. “Geç olmadan uyan, Lia…” Bu az önce rüyamda duyduğum cümlelerden biriydi. Fısıltının sahibi bir kadındı. Endişeyle derin bir nefes alarak yavaşça ayağa kalktım ve ayın aydınlattığı yolu takip ederek yürümeye başladım. Ayaklarımın altındaki yapraklar adımlarımla hışırdıyordu. Birdenbire kar yağmaya başladı. Bütün orman dakikalar içinde beyaza bürünmüştü. Tam da o sırada az önce duyduğum uluma seslerini tekrar duydum. Bu defa yakından geliyordu. Korkuyla koşmaya başladım. Karın soğuğunu güçlü bir şekilde ayaklarımda hissediyordum. Her bir adımımda elbisem bileklerime sert bir şekilde vuruyordu. Saçlarım da rüzgârın etkisiyle havalanıyordu.
Nereye gittiğimi bilmeden, dakikalarca koştum. Nefes nefese kalmıştım. Biraz ileride, ağacın dalına asılmış lacivert bir pelerin görünce durakladım. Yavaş adımlarla pelerine doğru yürüdüm. Ağacın etrafına bakarak birisi var mı diye kontrol ettim. Kimse yoktu. Pelerini aldım ve giydim. Şapkasını da kafama geçirerek az önce koştuğum yola yöneldim ve bu sefer yavaşça yürümeye başladım. Rüyamda duyduğum cümleler zihnimi meşgul ediyordu. “Dünyadakiler kör.” fısıltı bu defa yakından geliyordu. Onu takip ederek adımlarımı hızlandırdım. Birkaç dakika sonra, yanlarında beyaz gül ağaçları olan, yine beyaz bir renkte tahtın üstünde oturan bir kadının güzelliğiyle karşı karşıya kaldım. Adımlarım bıçak gibi kesildi. Karşımdaki genç kadın gülümseyerek yüzüme baktı.
“Hoş geldin Lia. Sonunda fısıltılarıma kulak verdin. Buna çok sevindim. Zamanı geldi de geçiyordu öyle değil mi?” Pelerinimin şapkasını indirerek meraklı gözlerle genç kadını incelemeye başladım. Sarı saçları omuzlarından beline kadar dökülüyordu. Başında beyaz güllerden yapılmış bir taç vardı. Masmavi gözleri tıpkı bir ay gibi parlayan yüzünü tamamlıyordu. Onun da üzerinde benimkisi gibi beyaz bir elbise vardı. Gözlerim boynundaki kolyeye takıldı. İnciden yapılmış ve ucunda altın renkte kanat figürü olan bir kolyeydi. Oldukça göz alıcıydı. Kaşlarımı çatarak gözlerimi genç kadının yüzüne çevirdim ve “Siz kimsiniz? İsminiz ne? Rüyamda söylediğiniz cümlelerin anlamı nedir? Neden buradayım? Dünyadakiler neden kör? Kafam öyle karışık ki hâlâ bütün bunlara anlam vermekte zorlanıyorum.” Endişeli ve biraz kızgın bir şekilde dudaklarımdan dökülen bu cümleler genç kadını gülümsetti. Kısa bir süre yüzümü izleyen kadın yavaşça ayağa kalktı ve bana doğru yürümeye başladı. Korkuyla geriye doğru adım atmaya başladım ancak genç kadın beni durdurarak “Korkma, Lia. Sana zarar vermem. Aksine ben seni uyarmak istiyorum. Ben Beatrice. Evet. Dante'nin biricik sevdiği Beatrice. İlahi Komedya’yı okuduğunu biliyorum. Peki hiç düşündün mü, Dante neden o kitapta Âraf’ı tasvir etti? Neden her dizesinde insanları uyarıcı nitelikte cümleler yazdı?” Şaşkınlıkla Dante’nin Âraf kitabını düşündüm. “İyi belle dediklerimi; söylediğim gibi aktar öbür canlılara, o canlılar ki yaşarken ölüme koşmaktalar.”(Dante, s. 632) Yavaşça yutkundum ve Beatrice’nin gözlerine bakarak “Dante, Âraf da tıpkı Cennet ve Cehennem kitaplarında olduğu gibi bu üç yeri kendi hayal gücüyle, oldukça güçlü bir şekilde tasvir ederek insanların kendilerini sorgulamasını sağladı ve sağlamaya da devam ediyor. Ancak anlayamıyorum, sen, ben neden şu an buradayız ve senin anlatmak istediğin veya anlamamı istediğin şeyler nedir?” Beatrice iki elini omuzlarıma koyarak konuşmaya başladı. “Dünya gitgide kötü bir yer haline gelmeye başladı Lia. Sen de bunun farkındasındır. İnsanlar cenneti, cehennemi, ârafı kısacası öbür dünyayı unuttular. Sanki sadece yaşadıkları dünya varmış gibi davranıyorlar. Masum insanların kanı dökülüyor. Ülkeleri yağmalanıyor. İnsanlar haksız yere başka bir ülkenin toprağında hak iddia ediyorlar. Dünyadaki insanların bir kısmı zengin, diğer bir kısmıysa yoksul. Bu dengesizlik her geçen gün büyüyor. İnsanlar ihtiyacı olanlara yardım etmiyor. Elbette edenler var. Ancak bu dengeyi sağlayamıyor. İnsanlar Tanrı’yı unutuyorlar. Topraktan geldiklerini unutuyorlar. Ölümün hayatın bir parçası olduğunu unutuyorlar Lia. Ben önemli bir insan değilim. Senin gibi normal bir insanım. Bütün bunları seni uyarmak için söylüyorum. Bunların farkında ol ki yaşadığın hayatı daha güzel, daha doğru bir şekilde devam ettir. Her insanın sahip olduğu bir yetenek vardır, sadece bunu açığa çıkarmak, fark etmek gerekir. Zamanı gelince de bu yetenek eninde sonunda açığa çıkar. Senin biricik yeteneğin ise yazmak. Kalemini bir an olsun bırakma. Her daim yaz. Yazılarında hayatın gerçeklerine yer ver. Yaz ki insanlar okusun, uyansın, farkındalık kazansın.”
Beatrice’nin bu sözleri beni oldukça etkilemişti. Gülümseyerek başımı salladım. Ardından Beatrice, tahtın yanındaki ağaca doğru yürüdü ve peşinden gelmemi istedi. Ağacın önünde durdu ve bana ağacın gövdesinde yazan yazıları açıklamaya başladı. “Bunlar, Dante’nin İlahi Komedya kitabında yazan cümlelerden bazıları.”
“Ne mutlu sana ki, daha iyi ölebilmek için deneyim kazanmaktasın!” (Dante, Âraf)
“Sözlerinin okunu tutma yayda gerili, bırak gitsin ileri”
“Oğul, yürü haydi, bize ayrılan vakti daha yararlı kullanmamız gerekli.”
Cümleler beyaz boyayla yazılmıştı ağacın kalın gövdesine. En alttaki cümleye çevirdim gözlerimi. Tam üzerine dokunacağım anda uyandım. Odamda, yatağımdaydım. Elimi kanat figürlü kolyeme götürerek sıkıca tuttum ve boşluğa dalarak rüyamı düşündüm. Birkaç dakika sonra ayağa kalktım ve masama doğru yürüdüm. Yazı defterim açık kalmıştı. Gözlerim defterdeki cümleye takıldı ve şaşkınlıkla okudum. Bu, rüyamda Beatrice’nin gösterdiği ağacın gövdesindeki cümlelerden biriydi. “Ben o kişiyim ki, sevda esin verince kaleme sarılırım, onun yüreğime yazdıklarını aktarırım.” (Dante, s. 551)
KAYNAKÇA:
Dante Alighieri, İlahi Komedya – Âraf, çev. Rekin Teksoy, Oğlak Yayıncılık, İstanbul 2014.
Comentários